Arzu ile gerçekler arasındaki farkı artık görmeli ve takım tutma ile ilgili gerçekleri yadsımadan sonuca varabilmeliyiz..
Sevme şeklimiz söz konusu olduğunda, sevdayı yaşayışımız ve ifade edişimiz bambaşka bir öyküdür. Yalnızca genetik ya da diğer terimlerle anlatılamayan ve bütün kahramanlar için başka bir şekilde sonuçlanan öyküdür bu.
Her sokağa çıkışımızda, Çark Caddesi’nde yürüdüğümüzde, şehrimizin yeni bir güne uyanışında gizlenmiş sesleri dinledik. Her seste sevdaların, heyecanın, merhabaların, sarhoşların, daha nice insan halinin notalarını bulduk.
Bizi biz yapan nelerdir. Kişiliklerimiz, geçmişimiz ve yaşam deneyimimiz, yaşadığımız kültür, ortam bizi diğerlerinden farklı kılan özelliklerimiz.
Burada tattık ömrümüzün en hüzünlü anlarını, en keyifli sarhoşluklarını, en güzel aşklarını burada yaşadık. Ulu çınarlarla dostluğumuzu burada kurduk. Her karış toprağını ayrı sevdik bu şehrin, doğup büyüdüğümüz topraklar kadar.
Bu kelimeleri, binlerce kez senin için Sakarya, ama yalnız senin için tekrarlayabiliriz. Biliyor musun; seni sevdiğimden beri, artık çevremdeki her şey gözüme daha güzel daha hoş ve de daha ümit verici gelmeye başladı çünkü onlar bize seni hatırlatıyor.
Sensiz bir hayatın oksijensiz yaşamdan farkı yoktur. Aldığımız her nefes, içtiğimiz her su, yürüdüğümüz yol, her şeyde sen ve senden izler var. Bu izlerin anlamını herkesin anlamasını beklemek yersiz olacak ki, Anadolu takımlarını her tutan bireye, özellikle kendi şehrinde yerleşimi bulunmayan kişilere genelde tutmuş olduğu, desteklediği takım sorulduğunda, aldıkları cevap, soruyu soranları tatmin etmemekte ve hangi diğer takımı – ki bu genelde, ülkemizde İstanbul takımlarıdır- manasızca da olsa sorulur.
Peki neden? Biz neden, “Sadece Sakaryasporluyuz.” Neden Manisasporluyuz, Neden Göztepeliyiz? Neden Kocaelisporlu? Neden Sivassporluyuz. Veya diğer başka bakış açısı ile, neden diğer başka takımlı, özellikle üç İstanbul takımlı da değiliz?
Biz gerçeklerin peşindeyiz ve sadece karşılıksız bir sevgi ile tribünden sevdiğimiz şehrimize aşığız. Arzularımızın, gerçeklerin önüne geçtiği zaman, benliğimizden de kaybedeceklerimizin azabını görmezden gelemeyiz. Arzularımızın gerçekleşmiyor olması ve takımımıza olan sevgi bağımızın, buna endeksli olmaması düşünme gücümüzü gösteriyor olmalı.
Aslında bizlerin de yaptığı “tek takım tutma” olgusu, takımımıza ve şehrimize karşılıksız ve içtenlikle bağlı olduğumuz o iç harfli kelime ile özetlemekte… AŞK..
Zihnimizi aşk kadar meşgul eden başka bir konu var mıdır acaba? Bu yalnızca, mutluluk ve esinin değil, acının ve dökülen ter, kan ve gözyaşlarının da kaynağıdır.
Bu aşk Düzce yollarında kaybettiğimiz arkadaşımız, 07 Eylül 2002 yılında Sivas yollarında kaybettiğimiz şehitlerimiz, Deplasmana giderken kaybettiğimiz biricik kardeşimiz Aykut Adıyaman ve bir çok fedakarlık da bulunan renktaşlarımız ile paylaştığımız ortak noktadır.
Takım tutma ve tek takım tutma ile ilgili durumu bilimsel nitelikte irdelersek, Genar Araştırma Şirketi, Türk Toplumunda Futbol temalı araştırmasında 16 ilde, 15 yaş üzerinde 4.164 kişiyi baz almış. %86’lık bir kesim bir takım taraftarı olduğunu belirtmişler.
Anadolu’da yapılan araştırmalarda ise şehrinin takımının dışında takım tutanların oranı %40 civarında seyretmektedir ki bu neredeyse her 2 kişiden 1’i etmektedir.
Bu deneklerin %10’una yakını sadece ayda bir kez maça gittikleri açıklanmıştır. Oysa, Tribünlerde devam; aidiyet ve sadakatin, taraftarlık ve seyirci ikileminin ayrımını su yüzüne vuruyor.
Üç İstanbul takımı olarak nitelendirilen takımların taraftar oranı, toplam taraftarların %64,8’ini oluşturmaktadır. Bu takımlar içeriğine girmemekle birlikte Türkiye ve Avrupa’da gösterdiği başarılar nedeni ile seyirci sayılarını artırma gibi bir sonuçta gözlemlenmektedir.
Ayrıca, İstanbul kulüplerinin popülerliği, kazanmış oldukları şampiyonluklardan ve bunun da özellikle toplumda bir yerlere tutunma ihtiyacı duyanlar için önemli bir aidiyet sıfatı yarattığı ise yadsınamaz bir gerçektir. Örneğin, köyden-kente olan göçlerde kişilerin kentle bütünleşmeleri esnasında, birey olabilme yolunda kimlik bunalımına düşüşlerinde, güçlü bir taraftarlığın, karşı konulması güç bir takım çekiciliğe karşı, sarhoşça bir hisse kapılmaları bir gerçektir.
Bu başarı, aidiyet hissi ve oluşmamış kimlik çatışması insanları göreceli olan güçlü bir takım çekiciliğe kaptırıyor. Bu oran, son zamanlarda oldukça düşüş göstermektedir.
Kendine özgüveni olan, kentinin takımına sahip olan, güçlüklerde yılmayan, özünü, kimliğini ve benliğini satmayan, şehri, takımı ve taraftarları ile gurur duyan ve palavra düzene karşı gelenlerin sayısı arttıkça, bu anlamsız “başka hangi takımı tutuyorsun” sorusu geçmişin karanlıklarına gömülecektir.
Tanıl Bora, müthiş mizahi yorumu ile şunu söylemiştir. “ ….çokeşli taraftarlık, tasavvur edilmeyecek bir namussuzluktur, kuşkusuz….” Ve “Sen bizim her şeyimizsin dedikleri takımlarına duydukları bağlılığın, başka takımlara bağlılıkla paylaşılması….hayır bu mümkün değildir….”
Tabii ki; şu da bir savunma mekanizması olarak işlerlik kazanabilir. Ben Sakaryasporluyum ama”x” takıma da sempatim var. Bununla, kardeş kulüp ayrımının netleştirilmesi ve eliminasyona tabi tutulması gerekir. Açıkçası çokeşli taraftarlık olamaz, olursa bunun adı kimlik bunalımıdır. Bu arada, başka takım tutmama durumu, diğer takımlara-özellikle İstanbul takımlarına olan öfke ve şiddet içermemesi gerekliliğini de gözardı etmememiz gerekmekte.
Tatanka Iyotanka’nın şu sözünü hatırlamakta fayda var. “… dünya güneşi kucakladı ve biz bu sevginin sonuçlarını görüyoruz, şimdi biz yoksuluz ama özgürüz….”
Çoğu Sakarya’lının en derindendir sevgisi, asla azalmayan garip bir tutku ile bağlıdır, Sakarya’ya, Sakaryaspor’a. Bizi diğerlerinden ayırır sevgimiz, Neden mi?
Çünkü, Bir Sevdadır Sakaryaspor..
Kendimiz olmayı ve tek takım tutmayı; arzu ve gerçekler ile kıyasla…Kalbinin sesi seni gerçeğe götürecektir.
Övünmek gibi olmasın ama;
BİZ ADAPAZARLIYIZ ve sadece SAKARYASPORLUYUZ!