Parası olsun da yumuşak olsun...
Pazartesi, 20 Ekim 2008

Arkadaşım Zeki Büyükakalın derki; "Bu dünyanın çivisi oynamış"

 

Hem de nasıl oynamış...

 

Vallahi oynamış...

 

Billahi oynamış...

 

Hatta bu dünyanın çivisi oynamış...

 

Neden?

 

“Neden” diye bana sormayın. Çevrenize bir bakın, anlarsınız. Almış başını rezillik gidiyor… Büyükşehirlerde yolda bayılsanız, bakan yok. Hamile kadına yer veren yok. Komşusu aç mı, tok mu bakan yok… Gençler de ahlak zaten yok. Olanda da karakter bozuk...

 

Haaa...

 

İstisnalar yok mu?

 

Tabi ki var da; 70 milyonluk Türkiye de istisnalarla ne olur?

 

Neyse, geçelim edebiyat parçalamayı da, gelelim sadede…

 

Geçen gün, bir yakın bir arkadaşımı, hatta dostumu gördüm. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen evlenmeyen bu dostum, hayli dertliydi. Biraz hal hatır sorduktan sonra, ismi lazım olmayan bu dostuma derdini sordum. Önce anlatmak istemedi. Biraz zorladım ve neden dünyaya küstüğünü, insanlardan neden kaçtığını anlattı.

 

Bir gün, Çark Caddesi'nde bir işyerinden alış veriş yaparken; tamamen tesadüf eseri bir genç kızla tanışmış. O anda kalbinde bir çarpıntı, yüzünde bir ateş hissetmiş. Genç kızla bir kaç laf etmiş, ama titreyen dizleri daha fazla konuşmasına adeta izin vermemiş.

 

Gel zaman git zaman, genç kızı aklından çıkartamayan, olgunluğa merdiven dayayan bu arkadaşım, başlamış Çark Caddesi'nde, Atatürk Bulvarı'nda, kısacası hareketli bölgelerde gezmeye… Bir gün, Yeni Cami’de gezerken, karşıdan gelen arkadaşının yanında günlerdir, hatta aylardır arayıp da bulamadığı genç kızı görmüş.

 

Yakın arkadaşının arkadaşı alan genç kızla, bir kez daha sohbet etme imkanı bulan bu dostum, bu sefer işi sıkı tutmuş. Genç kızla önce MSN' de, ardından da telefonda sohbet eden ufak tefek dostum, sonunda kızla bir yerde buluşmuş.

 

Günler günleri kovalamış... Belki tek taraflı, yani platonik, belki de karşılıklı bilinmez, bizim arkadaş genç kıza aşık olmuş… Durumu ailesine anlatmış, kızı istemeye karar vermişler…

 

Sonuç:

 

1970 yılların Türk filmleri gibi bitmiş...

 

Kızın ailesi, bizim ufak tefek arkadaşı beğenmemiş. Hatta işini de beğenmemiş. Kızı istemeye bile gelmeyin diyen aile; "Önce cebine bak, sonra kapımızı çalın" demiş...

 

Şimdi, hepiniz genç kızın tutumunu merak ediyorsunuz di mi?

 

Tek kelime demiş; "Kusura bakma..."

 

Bizim mıcır mıcır olan dostumuz, içine kapanmış... Hayata küsmüş… İnsanlardan kaçar hale gelmiş… Aşkı, mantığına ağır basan dostum, şimdi içine kapanık bir halde yaşamaya çalışıyor.

 

Şimdi argo yazsam, yine bana kızacaklar.

 

Gel de yazma...

 

Adam gibi seversin...

 

Aşkını verirsin...

 

Kalbini verirsin...

 

Ruhunu verirsin...

 

Yetmedi, canını verirsin...

 

Sonra paragöz amca çıkar, "Önce cebine bak, sonra kapımızı çalın" der.

 

Dunkof...

 

Para ile mutluluk satın alınır mı?

 

Biz ne paralı adamlar gördük evinde huzuru olmayan. Adliye de "Beni çekme... Beni çekme" diye yalvaran... Parası olmayan bir adama, kız vermeyen bu adama ne diyeyim.

 

Yaaa kızına ne demeli?..

 

Seni seven, aşkını veren, kalbi bir kuşun kalbi gibi atan, hayatını sana adayan bir insanı, bir kalemde harcıyorsun…

 

Niye?

 

Para için...

 

Bu tipler için, varsa yoksa para...

 

Hatta parası olsun da isterse yumuşak olsun...

 

Önemli değil abii...

 

Sen paradan haber ver...


Hüseyin Cumalı hakkındaki diğer yazılar


İlk Yorumu Siz Yazın
RSS Yorumlar

Yorum Yaz
  • Lütfen Yorumlarınız Haberin Konusuna Uygun Olsun.
  • Kişisel Sözlü Kelimeler Silinecektir.
Adınız:
E-Posta
Web Site
Başlık:
BBCode:Web AddressEmail AddressBold TextItalic TextUnderlined TextQuoteCodeOpen ListList ItemClose List
Yorum:



Güvenlik Kodu:* Code
Bu Habere Yazılan Yorumlar Hakkında E-Posta Aracılığıyla Bilgilendirilmek İstiyorum